Derneğimizden Yazılar

  • AYNA

     

     

    Neşe ÜREL

    Sinema Kulübü Üyesi, Sinema Eleştirmeni


     

    TARKOVSKİ’NİN KENDİNE TUTTUĞU ‘AYNA’

    Öyle sanıyorum ki Corona virüs bütün dünyayı ve alışkanlıklarımızı baştan aşağı değiştirecek, uzunca bir süre hiçbir şey eskisi gibi olamayacak. Dünyanın çok zor günlerden geçtiği bu günlerde sığındığım liman filmler ve kitaplar oldu.

    Hemen hemen son bir yıldır Tarkovski üzerine yoğunlaştım. Hakkında çıkan kitapları okudum ve filmlerini tekrar izledim. Çok genç yaşta kaybettiğimiz, sinema tarihinin en çok öykünülen yönetmeni Tarkovski yedi tane uzun metraj film çekmiş. Bu filmlerin her biri üzerine de uzun çözümlemeler ve özellikle de psikanalitik okumalar yapılmış.

    Andrei Tarkovski; babası önemli bir Rus şairi olan Arseny Tarkovski, annesi Maria Visniakova’dır. 1932’de Volga üzerinde bir köyde doğar ve aynı yıl aile Moskova’ya taşınır. 1937’de babası savaşa gitmek üzere evden ayrılır ve savaş bitse de babası artık eve dönmez. Andrei kadınlarla büyür (Annesi, büyükannesi ve kız kardeşi ile). Bunun etkileri filmlerinde çokça görülür. Savaş yıllarında doğduğu köye dönerler ve orada sanat okulunda okur. Sürekli okul değiştirmek zorunda kalır, aileye yardım için zaman zaman çalışır. 1954’de Moskova Devlet Sinema Akademisine (VGIK) kabul edilir. Üç kısa film çeker ardından ilk filmi İvan’ın Çocukluğu (1962) ile Venedik Altın Aslan ve En İyi Yönetmen ödüllerini alır. İkinci filmi Andrei Rublev (1966) Cannes’da FIPRESCI Ödülü’nü, üçüncü filmi Solaris (1972) ise yine Cannes’da Jüri Büyük Ödülü ve FIPRESCI Ödülü’nü alır. Ardından üzerinde en çok konuşulan otobiyografik öğeler taşıyan filmi Ayna (1975) gelir. Ama bu süreçte yönetimle sürekli sorunlar yaşamaktadır. Beşinci filmi Stalker (1979) ile Cannes Ekümenik Jüri Ödülü’nü alır.

    1982’de Nostalighia’nın çekimleri için SSCB’nin izni ile İtalya’ya gider. Çünkü filmin senaryosunu önemli İtalyan senarist Tonino Guerra ile birlikte yazmışlardır. Ama karısı ve oğlunu bir türlü yanına aldıramaz. Uzun çabalar sonucu karısı Larissa gelse bile oğluna izin çıkmaz (Oğlu Andrei için ancak ölümünden altı hafta gibi bir süre önce izin çıkar). Bunun üzerine 1984’de SSCB’ye dönmeyeceğini açıklar. Ama hiçbir zaman muhalif olduğunu kabul etmez. Bürokrasiden çok sıkıldığını, sanatını istediği gibi icra edemediğini söyler. Yaratıcılık ile ideolojinin karıştırılmaması gerektiğini savunur. Yöneticiler için şöyle der: “Bunlar gerçek sanattan korkuyorlar. Böyle yaparak her şeyi yok edecekler, kendilerini de Rusya’yı da. Böyle elim kolum bağlı oturup birinin filmime izin vermesini daha ne kadar bekleyeceğim?”.

    Sonrasında Berlin, Roma ve İsveç’te yaşar. 1985’de akciğer kanseri tanısı ile Paris’te kemoterapiye başlar. Son filmini çok hastayken İsveç’te çeker (Kurban, 1986).   Bu filmin kamera arkası görüntüleri bir belgesel olur. Film Cannes’da Jüri Büyük Ödülü, FIPRESCI Ödülü ve Ekümenik Jüri Ödülü’nü alır.

    29 Aralık 1986’da Paris’te ölür ve orada Rus kilisesinde yapılan bir törenle Rus mezarlığına gömülür. Tarkovski iki kez evlenmiştir. İlk eşi Irma’dan Arseny, ikinci eşi Larissa’dan Andrei doğar. Günlüklerini okurken kendi adını verdiği ikinci oğlundan özlemle söz ederken babasının adını verdiği ilk oğlundan hiç söz etmemesi ilginç geldi bana. Ünlü Rus yönetmen Alexander Sokurov’un belgeselinde (Moskow Elegy,1987) iki oğlunun da cenazede olduklarını görürüz.

    Tarkovski sinemasının ana özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.

    • Tarkovski’de sürekli bir tanrı arayışı vardır ve baba arayışı ile birlikte gider bu arayış. Karakterleri her zaman kaygılıdır çünkü sürekli varoluşsal bir arayış içindedirler.
    • Günlüğünde “Ben galiba bir agnostiğim” diye kendini sorgular, parapsikoloji, Uzakdoğu felsefesi ve teoloji ile yoğun ilgilidir özetle mistik biridir Tarkovski.
    • Filmlerinde çoğunlukla anti-pozitivist bir tavır görürüz. Günlüğünde Tarkovski de kendini anti-pozitivist olarak tanımlar.
    • Tarkovski’nin psikanalitik incelenmesinde pozitif ödipus belirgin olmakla birlikte bazı durumlarda negatif ödipus öne çıkıyor der Uğur Kutay. Babasına hem nefret duyar hem de bu nefretle birlikte yoğun bir sevgisi de vardır. Bunu günlüğünde şöyle anlatır: “Benim ailemle ilgili bir kompleksimin olduğu artık çok açık. Onlarla birlikteyken kendimi yetişkin biri gibi hissetmiyorum. Onlar da beni yetişkin biri olarak görmüyorlar zaten. Onları çok seviyorum fakat onlarla kendimi hiç rahat hissetmiyorum. Beni sevmelerine karşın onların da benden çekindiklerini düşünüyorum.”
    • Filmlerindeki ortak simge ayna, ağaç, ateş ya da yangın, tüy, kuyu, süt dolu bir sürahi ya da tas, dökülen süt, demir başlıklı karyola, resimli bir sanat antolojisi neredeyse her filminde var. Omuz çekimleri ve Hollandalı ressam Bruegel’in tablolarını canlandırdığı bir kadraj da olmazsa olmazı. İzlekler ise: babanın yokluğu, ülke nostaljisi, sürgünlük, savaşın yıkıcılığı, varoluşsal arayışlar, hakikat arayışı, tanrı arayışı ve mistisizm.

    Ayna’ya Bakış

    Ayna otobiyografik bir filmdir. Klasik öykülemeye uymayan, epizodlar halinde anlatılan filmde epizodların birbiriyle bağlantısı bile yoktur. Birbiriyle bağlantılı ya da bağlantısız pek çok sekans içerir film. Yönetmenin rüyaları, anılarından parçalar, tarihi belgesel görüntüler belli bir düzen olmadan kurgulanmış. Yönetmenin belleğinde kalan anı parçalarında geziniyoruz sanki. Filmi anlayabilmek için yönetmenin yaşamını biraz bilmek gerekiyor.

    Filmde renkli ve siyah-beyaz bölümler var. Renkli sahnelerde bir devamlılık var ama siyah-beyaz sahnelerde bunu pek göremiyoruz. Filmdeki efektler doğal seslerden oluşuyor, su sesi, yanan ateşin sesi, yağmur sesi, kuş sesi gibi. Müzikler ise görüntüler ile bağlantılı seçilmiş, şiirsel anlatımı ve sahnenin gerilimini destekleyen klasik müzik eserleri kullanılmış. Zamanla ve mekanla da oynuyor yönetmen, kendi çocukluğu ile annesinin yaşlılığını aynı karede gösterebiliyor. Zamanla oynamayı filmin pek çok yerinde yapıyor Tarkovski.

    Babası Arseny Tarkovski’nin şiirlerini filminin arka fonu olarak kullanır yönetmen, belki de filmde çok az görünen baba figürünün yerine şiirlerini kullanmıştır. Aynı zamanda filmde yoğun bir efekt kullanımı vardır. Bazı efektleri nasıl gerçekleştirdiğini kesinlikle açıklamaz yönetmen.

    Ayna’da yönetmenin mistik ve anti-pozitivist tavrı da belirgin bir biçimde hissediliyor. Bir kez izlemek de yeterli olmuyor birkaç kez izlenirse her seyredişte başka bir detay yakalanabiliyor. Sinema tarihinin üzerinde en çok konuşulan ve hakkında değişik okumalar yapılan filmlerinde biridir Ayna. Ayna filmine değişik bir deneyim olarak yaklaşmak ve izlerken kendimizi görüntülerin akışına bırakmak gerekiyor.

    Ayna filminin bir gösterimi sonrası yapılan söyleşide yönetmenin ve salonu temizleyen kadının söylediği şu sözler film için aydınlatıcı olacaktır: “Görevli kadın: ‘Birisi hasta düşer ve ölümden korkmaya başlar. Başkalarına yaptığı kötülükleri hatırlar. Özür dilemek, kendini affettirmek ister’ der. Tarkovsi şöyle devam eder: “Bu kadın her şeyi anlamış, filmdeki pişmanlığı kavramış, Ayna bir anlamda Rusların öyküsüdür. Pişmanlıklarının öyküsü.”

     

    Yararlanılan Kitaplar:

    Andrei’nin Bakışı Uğur Kutay

    Mühürlenmiş Zaman Andrei Tarkovski

    Zaman Zaman İçinde Andrei Tarkovski

    Sinemada Mistik Bir Şair Işıl Çobanlı Erdönmez

     

  • HAKİKAT FİLM GÖSTERİMİ

     

     

    Kamil Akdoğan (ES‘90)

    Sinema Kulübü


     

    HAKİKAT FİLMİ

    Filmin Künyesi

    Yönetmen: Hakan Alak

    Senaryo: Hakan Alak, Ali Şahin

    Oyuncular: Suavi, Bülent Emrah Parlak, Saygın Soysal

    Yapım Yılı: 2021

     

    ODTÜ Mezunları Derneği Vişnelik Tesisi 22 Aralık 2021 akşamında Sinema Kulübü tarafından gerçekleştirilen Hakikat filminin gösterimine ev sahipliği yaptı. Gösterimin ardından filmin yönetmeni Hakan Alak’la bir sohbet gerçekleştirildi.

    Hakikat, önceleri hakkında çok şey yazılan, tiyatroda çeşitli senaryolarla sahnelenen ama yapımı öncesine dek beyazperdeye henüz yansıtılmamış olan Şeyh Bedreddin hareketi gibi Anadolu tarihinde çok özgün bir kesiti anlatıyordu.

    Bir dış sesin, filmin konu aldığı tarihsel süreç hakkında verdiği kısa bir bilgi ile başlıyordu görüntüler. O bilgide Moğol Hükümdarı Timur’un Osmanlı ordusuna karşı kazandığı zafer sonrasında Osmanlı ülkesinde on bir yıl boyunca taht savaşlarının yaşanacağı bir devrin başladığı söylenmekteydi. Dış ses, Nazım Hikmet’in “Şeyh Bedreddin Destanı” isimli şiirine de gönderme yapmaktaydı.

    “Derler ki, Al-i Osman ülkesinde bir ölüm türküsünün rüzgârı eserdi.” [1]

    O rüzgârın estiği dönem tarihte Fetret Devri diye bilinen dönemdi. Bu dönemde Çubuk Savaşı’nda Timur’a yenilen Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında bir taht kavgası yaşanırken, bu kavgada yer alan şehzadelerden Musa Çelebi, Şeyh Bedreddin tarafından da desteklenmişti.

    Bazı kaynaklar Şeyh Bedreddin’in desteklediği Musa Çelebi’nin Timur’a karşı kaybedilen Çubuk Savaşı’nda babası Yıldırım Bayezid ile tutsak düştüğünü, Şeyh Bedreddin ve müritlerinin isyanını bastıran şehzade Çelebi Mehmet’in ise savaşın kaybedileceği anlaşılınca savaş meydanından kaçtığını (kaçırıldığını) yazar. Osmanlı’nın bozulan birliği o Çelebi Mehmet tarafından yeniden tesis edilecekti.

    Bir anlamda Osmanlı devletini ikinci kez kuran padişah olarak bilinen Çelebi Mehmet ülkesinin sınırlarını genişletirken hüküm sürdüğü topraklar üzerinde en çok başını ağrıtan sorun Şeyh Bedreddin ve müritleri Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal’in isyanları olmuştu. Börklüce Mustafa Karaburun’da, Torlak Kemal ise Manisa’da ayaklanmışlar, her iki ayaklanma da Çelebi Mehmet tarafından bastırılıp iki önder idam edilmiş, sonrasında da Rumeli’de faaliyetlerine devam eden Şeyh Bedreddin -hakkında olası tepkilerden çekinilerek hazırlanmış bir fetva ile- katledilmişti.

    Birçok kaynak Bedreddin ve iki önder müridinin öldürülmelerinden sonra da halk arasındaki etkilerinin devam ettiğini yazar. Bedreddin’in o güne dek yazdığı pek çok eser de yok edilmesine rağmen onun düşüncelerinin günümüze dek ulaşmış olmasının en önemli nedeni de giderek toplumsal belleğe yerleşmiş bu etkiydi. Diyanet Vakfı’nın hazırladığı Türkiye İslam Ansiklopedisi’nde de Şeyh Bedreddin’in en önemli eseri kabul edilen Varidat’ın ölümünden sonra müritleri tarafından kitap haline getirildiği düşüncesinin yaygın olduğu aktarılır. İşte Hakikat filmi hem konusunda bir ilk olma özelliğiyle, hem de yüzlerce yılda oluşmuş o belleğe somut bir katkı anlamında çok değerli bir filmdi her şeyden önce.

    Filmin konusunu aldığı dönem Şeyh Bedreddin dönemi olmakla beraber asıl anlatılan eylem Şeyh Bedreddin’in iki önemli müridinden biri olan Börklüce Mustafa ya da halk arasında daha çok tanınmış lakabıyla Dede Sultan çevresinde gelişen olaylardı. Börklüce Mustafa yaşadığı coğrafyada Şeyh Bedreddin’in öğretisinden hareket ederek Müslüman, Hristiyan, Yahudi; her kimlikten insanın yeni, eşitlikçi, adil bir düzen kurmak için örgütlendiği bir halk hareketinin başlıca önderlerinden biriydi. Bu hareket hem mevcut Osmanlı iktidarına hem de o iktidarın en büyük dış düşmanı olduğu halde çıkarları onunla hiç de uyuşmayan Bizans devletine karşı bir araya gelen ve direnen bir hareketti. Film bütün bir tarih içinde çok da kısa bir süre yer kaplamasına rağmen izleri günümüze dek gelmiş o örgütlenmenin, direnmenin ve yenilmenin bir filmiydi özetle… Hareketin o dönemin yaşam biçimine göre ne kadar ilerici bir hareket olduğunun en önemli göstergelerinden biri de hiç şüphesiz kadınların hareket içindeki konumlanışıydı. Kadınlar, günümüzden yüzlerce yıl önce yaşanmış Bedreddin hareketinin her aşamasında kimi zaman belirleyici rollerle izlerini bırakmışlardı.

    Börklüce Mustafa’yı “Çok Güzel Hareketler Bunlar” isimli mizah programından da bildiğimiz Bülent Emrah Parlak çok başarılı bir performansla canlandırıyor, ses sanatçısı Suavi Şeyh Bedreddin’i oynuyordu. Torlak Kemal rolünde ise Saygın Soysal vardı.

    Hareketin yenildiği savaşlar ise alışageldiğimiz savaş filmlerindeki gibi görüntülerle çıkmıyordu karşımıza. Hakan Alak, savaş sahnelerinin en etkililerinin zaten yapıldığını, kendilerinin onların etkisini aşacak bir çekimi düşünemeyeceklerini paylaşıyordu kendisiyle yaptığımız sohbette. Yine kendisinden öğreniyorduk ki film aşamasında binlerce sayfa tutan senaryolar yazılmış, filmin çekimi iki yıl sürmüştü. Hakan Alak, kendilerini en çok ilgilendiren görüşlerden birinin de daha önce Şeyh Bedreddin hareketinden hiçbir biçimde haberi olmayan izleyicilerin düşüncesi olduğunu söylüyordu.

    Sonuçta genç yönetmen ve film ekibi çok başarılı bir filme imza atarak Anadolu tarihinin pek de iyi bilinmeyen bir sayfasını tarihe kaydettiler. Kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz.


    [1] Âl Osman ülkesinde esen / bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi. (Nazım Hikmet)

Başa dön tuşu

Değerli Üyelerimiz,

Derneğimize bağışlarınızı bekliyoruz.

DERNEK İŞ BANKASI BAĞIŞ HESAPLARI 

İŞ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ

TL HESABI

HESAP ADI: ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ MEZUNLARI DERNEĞİ

IBAN: TR63 0006 4000 0014 2291 4222 59

USD HESABI

HESAP ADI: ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ MEZUNLARI DERNEĞİ

IBAN: TR39 0006 4000 0024 2293 7971 49

EURO HESABI

HESAP ADI: ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ MEZUNLARI DERNEĞİ

IBAN: TR98 0006 4000 0024 2293 7971 54

SWİFT KODU: ISBKTRISXXX

Önemli Not: Açıklama bölümüne sadece DERNEK BAĞIŞI ve İLETİŞİM BİLGİSİ yazılması gerekmektedir.

Saygılarımızla,

ODTÜ Mezunları Derneği

Yönetim Kurulu